«AVRUPA NASIL İLERLEDİ, BİZ NASIL GERİ KALDIK?
Avrupa’nın terakkisini Bediüzzaman Hazretleri biri maddî, diğeri manevî olmak üzere iki sebebe bağlıyor. Meşrutiyetin ilk senelerinde telif ettiği “Sünuhat” adlı eserinde, bu sebeplerden birincisini şöyle izah ediyor:
“Birinci sebep: Umum Hristiyan’ın kilisesi ve mâden-i hayatı olan Avrupa’nın vaziyet-i fıtriyesidir. Zira dardır, güzeldir, demir mâdenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir.
Evet Avrupa, Küre-i Zemin’in hums-u öşrü iken, nev-i beşerin bir rub’unu letafet-i fıtriyesi ile kendine çekmiş. Hikmeten sâbittir ki; efrad-ı kesîrenin içtimaı, ihtiyacatı intac eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hacât, zeminin kuvve-i nâbitesine sığışmaz.
İşte şu noktadan ihtiyaç san’ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefâhete hocalık edip tâlime başlarlar.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 58)
Yani Avrupa, coğrafi vaziyeti itibarıyla ve umum Hristiyanlığın merkezi olması cihetiyle, insanları kendisine çekmiştir. Nüfus kesafeti, diger kitaplardan daha fazladır. Ve bariddir, yani soğuktur. Soğuk iklimin neticesi ise, Üstad’ın “Muhâkemat” adlı eserinde izah ettiği gibi, “her şeyi geç almak ve geç de bırakmak ve metanet etmek”tir. (Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemat, s. 38)» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 42-43)
«“Görülmüyor mu ki; en hürriyetperver maskesini takan İngiliz elini uzatıp arıyor. Nerede Hristiyan bulsa, hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Ertuşî. İşte Lübnan, Havran. İşte Mal-Sur ve Arnavut. İşte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir…
Elhasıl: Onları canlandıran emeldir ve bizi öldüren yeistir. Meşhurdur ki, biri demiş: “Eğer bir nokta-i istinad bulsam, küre-i zemini yerinden oynatırım.” Bu faraziyede acib bir nokta vardır. Demek bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük işleri çevirebilir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 59-60)
İşte Avrupa’nın eline, dünyanın mizanını bozacak kadar büyük kuvveti veren, Hristiyanlık hasebiyle aralarındaki birleşme ve yardımlaşmadan ibaret olan nokta-i istinaddan ibarettir. Bu nokta-i istinadın vücuda gelmesi, mutaassıp bir ittihadla olmuştur. Mazide cehil, vahşet ve taassup sebebiyle İslâm’a karşı birleşerek Haçlı orduları teşkil eden Avrupalı, bir yandan bu birlikten kuvvet elde ederken, diğer taraftan dahil de papazların tahakkümleri ve engizisyon tazyikatı karşısında bir mukavemet ruhu doğmuş ve bu ruh, istidatlarını inkişaf ettirmiştir.
Bizde ise, medeniyetin zirvesine ulaştıktan sonra hakim olan rehavet, gayret ve müsabaka gibi terakkinin başlıca sebepleri olan istidatların körelmesine yol açmıştır. Böylece ortaya, Hristiyan Avrupa’nın İslâm dünyasına faikiyeti gibi garip bir durum çıkmıştır.
Vaziyet kısaca bundan ibarettir. Yani Avrupa ile aramızdaki uçurumun meydana çıkması İslâmiyet’in – hâşâ – kusurundan ve Hristiyanlığın meziyetlerinden değil, tam tersine İslâm’ın bazı düsturları Avrupalının sahip çıkmasından olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri’nin Muhâkemat’ta belirttiği gibi, “Mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer mes’elesidir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemat, s. 39) Garp medeniyetinde insanların menfaatine ne varsa, hepsinin bin dört yüz sene önce İslâm şeriatının vaz’ ettiği düsturlarda mevcut bulunduğu görülür. Siz bu düsturlara ister medeniyet deyiniz, ister başka isimler takınız, hakikat olan şudur:
İslâmiyet’in ferdî ve içtimaî hayatta ortaya koyduğu dürüstlük, yardımlaşma, teşrik-i mesai, çalışmaya teşvik gibi hadsiz düsturlarından sadece bir kısmını tatbik etmekle Batı dünyası bugünkü medeniyet seviyesine ulaşmıştır. Bizim parlak bir medeniyetten bugünkü vaziyete düşmemizin sebebini ise, bu düsturları bir yana bırakmamızdan başka yerde aramak beyhudedir.
Müslümanları Batılılaştırarak kalkındırmak fikrinin altında böyle bir beyhude gayret yatar. Zira kör bir Batı taklitçiliğinin temel felsefesi, “Hristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslamiyet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek”tir. Böyleleri, sanki Avrupa’nın hiç kötülüğü yokmuş ve bize zararı dokunmamış gibi bütün iyi tarafları nazara vermek ve bizim de sanki hiç iyiliğimiz yokmuş gibi hep hata ve noksanlarımızı dile dolayarak bu ikisini birbirine mukayese etmek suretiyle hakikatleri ters göstermeye çalışmışlardır.
Bediüzzaman Hazretleri, eserlerinin birçok yerinde işaret ettiği bir hakikati, Sünuhat adlı eserinde şöyle ifade ediyor:
“Tarih bize gösteriyor ki, İslâm ne derece dine temessük etmiş ise, terakki etmiş. Ne vakit dinde zaaf göstermişse, tedenni etmiştir. Başka dinde, bilakis kuvveti zamanında vahşet, zaaf samanında temeddün hâsıl olmuştur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 36)» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 45-46)
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Tanzim ve Tasnif: Abdulkadir Çelebioğlu
Comments