top of page
  • Abdulkadir Çelebioğlu

ANARŞİ SEBEP VE ÇARELERİ - 7

«HAMİYETİN ÖLÜMÜ

[…] Hamiyet nedir?

Bediüzzaman Hazretleri, Sünuhat’ta hamiyeti, “muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesi” olarak tarif eder. Fakat Avrupa mukallitlerinin hareketlerinde ne hürmet, ne de muhabbetin zerresine tesadüf etmek mümkün değildir. Yine Sünuhat’tan:

“Avrupa’ya şedid bir meftuniyet ve milletine karşı amîk bir nefret hissiyle, kendini Avrupa’nın veled-i nâmeşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilal ve meyl-i tahrip ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyâne, namus-şikenane ile kendi fir’avuniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâm’a düşmanlığını göstermekle beraber; fir’avuniyet, enâniyet, gurur hükmü ile:

Milletine karşı şer’an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelan-ı muhabbet yerine irâde-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelan-ı techil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakârî yerine temayül-i infiradî ikame edip; hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden nazar-ı hakîkatta öyle bir câni ve menfur olur ki, meselâ birisi Paris’te sefâhet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsân ettiği bir libası, câmide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve câniyanede bulunur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 61)

Millete hizmet davasında bulunanlar, evvelâ kendileri o milletin hakikî bir evlâdı olmak, milletine sarsılmaz bir muhabbetle bağlı bulunmak ve milleti için her şeyini gerekirse fedadan kaçınmamak gerekir. Halbuki Avrupa meftunları öyle mi?

Üstad Hazretleri’nin de ifade ettiği gibi böylelerinden millete karşı tahkir, nefret, istihfaf görülmüştür. Güya bir ferdi oldukları bu milleti hakir görmüşler, cahillikle itham etmişler; kendilerini ise milletin akıl erdiremediği meseleleri bilen kimseler tevehhüm etmişlerdir. Bu tevehhüm ile, kendi dar zihinlerince kurtuluş çaresi olarak gördükleri bazı reçeteleri, millet üzerinde zorla tatbike kalkmışlardır. Böylece ferdîleşmek temayülü kuvvet bulurken, hamiyet hisleri tahrip edilmiştir.

“Zira hamiyet ise; muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.

Mutaassıblara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri herbiri yüz mutaassıb kadar meslek-i sakîminde mutaassıbdır. Bunlardan birisi Şekspir medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh-i Geylanî medhinde etse idi, tekfir olunacaktı.

Heyhât! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?!.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 61-62)

Millette hamiyet hissini canlandırmak ve milleti bir vücut halinde bir maksada sevk etmek için, milleti kendi fitratına uygun, ulvi bir gayede birleştirmek gerekir. Yoksa insanlarda ferdileşmek temayülüne kuvvet vermek ve onların süflî hislerini teşvik etmekle bir netice elde edilmez.

Avrupa’dan ahkâm dilenciliği yapmanın neresinde ulviyet bulunabilir ki millet canla başla bu gayeyi benimsesin?

“Şu devlet-i İslâmiye yirmi otuz milyon iken, bütün Avrupa’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu devletin ordusundaki nur-u Kur’an’dan gelen şu fikirdir: ‘Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.’ Kemal-i şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek istikbal etmiş. Daima Avrupa’yı titretmiş. Acaba dünyada basit fikirli, safi kalpli olan neferatın ruhunda şöyle ulvi fedakârlığa sebebiyet verecek, hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir? Ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 302)

Bediüzzaman Hazretleri, bu milletin en mühim vasfını “hamiyet-i diniye” olarak tarif ederek “Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı”diyor. “Hususan biz şarklılar, garblılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye sevkeder. Asr-ı Saadet ve Tâbiîn, bunun bir bürhân-ı kat’îsidir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 56-57)

Tarihe bir göz atalım: Şark milletlerinin, dinlerinden uzaklaşmakla bir şey kazandıkları vaki midir? Bilâkis, dinlerine bağlandıkça şark milletleri dünyaca da ilerlemişler, hatta bütün dünyaya örnek teşkil etmişlerdir. Tarihin bu gerçeğini görmezlikten gelmekle girişilen hareketlerden bize fayda değil, ancak zarar ve tahribat geleceğini, son asrın tecrübeleri göstermiştir.

Bir memlekette ıslahata girişileceği zaman o memleketin hususî şartlarının en başta nazara alınması icab eder. Bir hastayı tedavi eden ilâcın başka bir hastayı öldürebileceği unutulmamalıdır. Cemiyetlerde de durum böyledir. Bir cemiyetin bünyesinde tedavi tesiri yapan bir ıslahat hareketi, aynıyla başka bir millete tatbik edildiği zaman tahribat yapabilir. “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 75) Yani şu kâinatta carî olan kanun ve nizamları dikkate almaksızın girişilecek hareketler, hayalperestlikten ve maceracılıktan öteye gidemeyecektir. İnsana hayat veren oksijenden, akvaryumdaki balığı da istifade ettirmeye çalışırsanız onu boğarsınız. Ne kadar güçlü ve kudretli olursanız olun, kâinattaki kanunları değiştiremezsiniz. Bir milletin üzerinde tahakküm etmeye kalkanlar da görünüşte ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar, güçleri hiçbir zaman -şimdikilerin tabiat kanunları dedikleri- âdetullah kanunlarını aşamaz.

“Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 160)» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 54-58)


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa

Tanzim ve Tasnif: Abdulkadir Çelebioğlu

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page