«MEDENİYETİN İKİ GÜNAHI
Bu milletin hususiyetlerini dikkate almadan girişilen sözde ıslahat hareketlerinde, birincisi Müslümanları dini hislerinden tecrid ederek dünyaya sevk etmek, diğeri de hürriyetçilik namı altında nefsin istibdadına yol açmak olmak üzere iki dehşetli hataya düşülmüştür. Birinci hatanın temelinde, din ile içtimaî hayatı birbirinden ayrı tutmak gibi yanlış bir zan yatar. Daha önce de Üstad Hazretleri’nden nakillerle işaret ettiğimiz gibi, din ve hayatı birbirinden ayırarak terakki etmek, Batı dünyası için bir reçete olabilir. Fakat bu formül şark için bir reçete değil, öldürücü bir zehir hükmündedir. Bediüzzaman, “İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası” demek suretiyle bu mühim hakikati ifade etmektedir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 761) Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Lem’alar adlı eserindeki şu ikazlara kulak verelim: “Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve sanat ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebir ile sevk eden bedbaht hamiyet-füruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın! Eğer böyle ahmakane körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kàtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler.” “Ey divane baş ve bozuk kalp! Zanneder misin ki ‘Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar.’ Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir.
اَلْحَرٖيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ
durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa o az dâîleri susturup çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun. Âyâ zanneder misin bu milletin fakr-ı hali, dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş’et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki Çin ve Hint’teki Mecusi ve Berahime ve Afrika’daki zenciler gibi Avrupa’nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor musun ki zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasbediyor. Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevk etmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise kat’iyen biliniz ki hata ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz. Çünkü itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatin idaresinden daha müşküldür. İşte bu esaslara binaen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 112-113) Müslümanları dinlerinden uzaklaştırarak dünyaya teşvik etmek, onlarda çalışma ve istihsal edici olmak yerine, tüketici olmak, israfa ve sefahete yönelmek meylini kamçılar. Hamiyet hissi böylece köreltildiği için, fertlerde artık “Milletime ve vatanıma nasıl faydalı olurum?” sorusundan ziyade, “Memleketi kurtarmak bana mı kaldı? Üç günlük dünyanın tadını çıkarmaya bak” fikri hakim hale gelir. Ve görenek belasıyla herkes zevk ve sefahette kendisinden yukarıdakileri görür, onlardan aşağı kalmamaya çalışır. İhtiyaçlar birden bine çıkar. Bu ihtiyaçları karşılamak için de ne lazımsa, hangi yola baş vurmak icab ediyorsa, onu yapar. “Serbest hevanın tahakkümüyle, havaic-i gayr-ı zaruriye havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedâvette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevketmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 44-45) Muhâkemat adlı eserinde Bediüzzaman, medeniyetin kötü taraflarının iyi taraflarına ağır basmasına iki sebep gösteriyor: “Birincisi: Din ve fazileti düstur-u medeniyet etmemeklikten neş’et eden müsaade-i sefahet ve muvafakat-ı şehvet-i nefistir. İkincisi: Hubbu’ş-şehevat ve diyanetsizliğin neticesi olan merhametsizlikten neş’et eden maişetteki müdhiş müsavatsızlıktır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemat, s. 37-38)» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 59-61) «…Divan-ı Harb-i Örfî adlı eserinde “Cahil efrad ve avâm-ı nâs kayıtsız hür olsa; şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur.” demektedir. (Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 15) Münâzarât’ta ise sefihane arzulara kayıtsız hürriyet tanınmasını Üstad Bediüzzaman “Sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, s. 15-16) şeklinde tarif etmektedir. Hutbe-i Şamiye isimli eserinde de Üstad, böylelerinin aslında hürriyeti değil, esareti arzu ettiklerini ifade ile şöyle der: “Bazen sefih ve lâubaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 87) Öyleyse hürriyet nedir? Kayıtları ve sınırları ne olmalıdır? Bunun tafsilâtına, “Çareler” kısmında gireceğiz. Burada, Münâzarât’tan yapacağımız iki nakille iktifa edelim: “Hürriyetin şe’ni odur ki: ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.” (Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, s. 14) “Hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahâne serbest olsun.” (Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, s. 16) Bu son nakilde işaret edildiği gibi, hürriyeti tahdit edecek, sadece âdil kanunlar olmalıdır. Kanunda adalet olmazsa, veya şahısların şahsa tahakkümüne müsaade edilirse, rejimin adı ne konulursa konulsun mahiyeti yine istibdad olacaktır. İstibdad ise, ister bir şahısta toplansın, ister birkaç şahıs veya makam arasında paylaştırılsın, netice itibarıyla değişen bir şey yoktur. Bediüzzaman Hazretlerinin Hutbe-i Şamiye’de ifade ettiği gibi, “Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdad tevzi olunmuş olur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 79) Bediüzzaman Hazretleri’nin hürriyetten anladığı, “şahane” bir serbestliktir, fakat meşru hareketlerde… Tahriple neticelenmesi muhakkak olan gayrimeşru hareketlerin başlangıçta az bir müsamaha görmesi bile, ileride önü alınması fevkalade güçleşecek menfi gelişmelere yol açacaktır. Bunun mânâsı, hak edilmeyen hürriyetlerin neticede hak edilmiş hürriyetleri de yok edecek bir istibdadla son bulmasıdır. Bahusus dininden uzaklaştırılarak manevî dizginlerinden boşanmış bir gençliği nameşru hareketlerinde kanuni tahditlerden [burada geçen tahdit kelimesi sınırlama anlamındadır, yoksa tehdid anlamında olup yanlış yazım değildir] de azade kılmak, anarşiye zemin hazırlamaktan başka bir şekilde tefsir edilemez.» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 64-66)
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Tanzim ve Tasnif: Abdulkadir Çelebioğlu
Comments