top of page
  • Yazarın fotoğrafıNurani Müdafa

KADER RİSALESİ ŞERHİ - 14

Şu halde madem nefsini ve her şeyini Cenâb-ı Hak’tan bilir ve Ona havale eder. Cüz-i ihtiyariye istinad ederek merciiyeti kabul eder, Rabbini cümle nekaisten uzak tutar, mesuliyeti kendine ve nefsine alır. Bu haliyle daire-i ubudiyette kalıp, teklif-i ilahiyi zimmetinde taşır. Her kötülükten cüz-i iradisini sorumlu tutar. Halık'ını takdis ederek, hakiki ubudiyetini ilan etmiş olur.

Aynı zamanda kendisinden sudur eden kemalat ve hasenattan gururlanmamak için kadere yapışır, teslim olur, ve bütün iyilikleri Allah’a havale eder, fahr ve gurur yerine hamd ve şükreder.

Aynı zamanda başına gelen felaket ve musibetlere karşı da sabreder. Ve kendi hatasını anlayarak sabır ile mukabele eder.

Şayet kader ve cüz’i ihtiyariden bahseden adam ehl-i gaflet ise, o vakit ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Öylelerin nefs-i emaresi dalalet saikası ile kâinatı ve kâinatta cereyan eden her hadiseyi esbaba verip, Allah’ın malını onlara taksim eder. İyilikleri ve mükâfatları kendine alıp, bütün mesuliyet ve kötülükleri de kadere havale edip, eblehane kendisini sorumluluktan kurtarmış olduğunu zanneder. Öyle ise bu bir desise-i şeytaniyedir.

Şimdi ehl-i ilme mahsus olup ince bir tedkik-i ilmî olan meseleyi mühimmeyi Risale-i Nur’un ifadesiyle iktifa edip ikinci mebhasın bizim tarafımızdan tam tamına anlaşılabilmesi için bir derece sadeleştirmeye çalışılacaktır. Şöyle ki;

Muhakkak ki kâinatın intizam ve mizan ve hikmet lisanıyla hikmet ve adaletiyle şehadet ettiği bir Adil-i Hâkim, yani kainatta cereyan eden nizam, intizam, adalet ve hikmete bakılınca bir Adil-i Mutlakın varlığını güneş gibi göstermektedir.

Kâinatın her tarafında ve her işin her zerresinde görünen adalet, nizam ve kainatın sahib-i mutlakı Allahu Zülcelal, elbette insan için bir medar-ı ikab ve sevap olacak, yani cezalandırılmak ve mükafatlandırmak için elbette bizce mahiyeti meçhul olan bir cüz’i ihtiyari vermiştir. O Adil-i Mutlakın birçok hikmetlerini, mahiyetlerini bilmediğimiz gibi, şu cüz’i ihtiyarinin de kader-i ilahi ile nasıl Tevfik edildiğini bilmememizo iradenin olmamasına delil olamaz.

Kâinatta çok şeyler varlar ve hatta vücud-u insaniyede çok cihazat var ki vücudunu ve varlığını çok iyi biliyoruz. Ama mahiyeti hakkında hiçbir bilgimiz yok. Mahiyetini bilmediğimiz şeylerin vücudunu inkâr ve ihtimal yoktur. Her şey bizim malumatımıza münhasır olamaz. Herkes kendisine baktığı zaman, bizzarure bir ihtiyarın mevcudiyetini hisseder. Ama mahiyeti hakkında hiçbir bilgisi yoktur ve olmayabilir.

İşte irade-i cüziyenin mahiyetini bilmememiz olmamasına delil olamaz. Elbette her insan, vücudundaki irade-i cüziyenin varlığını hissedebilir. Ama hakimiyeti hakkında bir malumatı olmayabilir.

Varlığına inandığımız ve mahiyetini bilmediğimiz cüz’i ihtiyari kadere münafi değildir. Ve hatta ihtiyari olarak kaderi teyid ve isbat eder. Çünkü kader ilm- ilahinin bir nevidir. Yani kader ilim nevindendir. İlim de maluma tabiidir. Yani bir şeyin mevcudiyeti olacak ki, o şey ilmen bilinsin. Mevcudiyeti olmayan, yok olan bir şeyi bilmek olamaz.

Yok olan şeyin neyi, nesi, vasfı bilinemez. Eğer denilse ki, Allah bildiği için o da meydana geliyor. O zaman malum ilme tabi oluyor. Bu ise, mantıken kabul edilemez. Madem kader ilm-i ilahinin bir nevidir. İlm-i ihtiyari de bizim ihtiyarımıza taalluk etmiştir.

Şu halde kader dediğimiz ve inandığımız mezkur iman rüknü aynı zamanda cüz’i ihtiyariyi teyid ediyor, iptal etmiyor.


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa

Şerh Eden: Nazım Akkurt

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page