Şimdi fail tetiğe dokunmasa idi ölmezdi diyenlere; “siz kader-i ilahiyi inkar ediyorsunuz. Eğer maktulün zaten öleceğini farz edersen ne ile ve nasıl, ne şekilde ölecekti hususu açıklanamıyor. Şayet cebriye gibi sebebe ayrı, müsebbebe de ayrı bir kader tasavvur etmek gerekecek. Veyahut, Mutezile gibi, kaderi inkar etsen, o adam vurmasa da ölmeyecekti desen, o halde Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin, Allah korusun.
Burada;
-Cebrî der: "Adam tüfeğe dokunmasaydı maktul yine ölecekti."
-Mu'tezile der: "Tüfeğe dokunsa da dokunmasa da o ölmeyecekti.
-Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki, Tüfeğe dokunmasa ne olacağı bizce meçhul.
Şayet farz-ı muhal olarak öleceğini düşünsek, o halde ne ile ve nasıl ve niçin öleceğini bilmediğimizden bizzarure ehl-i sünnet itikadını kabul ederek diğer iki yanlış itikadı red etmeye mecburuz.
Bu mevzuda mühim olan mesele, cüz’i ihtiyaridir. Onun için cüz’i ihtiyari meselesinin üzerinde durmak gerektir.
Ve bu ihtiyar-i cüz’inin bilinmesine lüzum hasıl olmuştur. Şöyle ki, Cüz’i ihtiyarinin üssül esası meyelandır.
Maturidice bu meyelan mevcut olmayan bir mer-i itibaridir. O bakımdan abde verilebilir.
Fakat Eş’ari o meyelana mevcut nazarıyla baktığı için abde vermemiş. Ancak o meyelandaki tasarrufu bir emr-i itibari sayıp abde vermiştir.
Son Hüküm, o meyelan ve o meyelanın tasarrufu bir emr-i itibari ve bir emr-i nisbidir. Mutlak bir vücud-u haricisi yoktur. Emr-i itibari ise aslında mevcut olmayıp var zannedilen bir husustur. Yani, insanda bulunan bazı özellikler, güzellikler, çirkinlikler gibi mevcut bir şey değildir.
Cüz’i ihtiyarinin üssül esası olan meyelan yani insanın herhangi bir şeyi yapmaya ve terk etmeye meyli ve taraftar olmak fikridir. Aslında bu duygu mevcut değildir. Farz edilebilen bir husustur ki, buna emr-i itibari denilir.,
Daha açık bir misal söylersek, bir insan içki içebilir, hırsızlık edebilir, adam öldürebilir. Bu imkânlara göre insanlara hırsız, katil, sarhoş damgası vurulamaz. Zira bu kötülüklerin aslı insanda mevcut olmayıp, işlenip işlenmesi birbirine müsavidir. İşte emr-i itibarinin aslı budur.
Ama insanlar görenek belasıyla kötülüklere meyl eder veya iyiliklere taraftar olur. İkisi de eşittir. İnsanın halet-i ruhiyesinde ezelden konulmuş namaz kılmak, zikretmek, ibadet yapmak veya kumar oynamak, hırsızlık yapmak, içki içmek, adam öldürmek gibi meyiller isnada mevcut değildir. İsterse kul meyleder, gider, yapar. İsterse yapmaz.
Netice olarak, insan kendi arzusu ile yukarıda bahsettiğimiz iyilik ve kötülüklere arzusuyla meyleder, sonra da o meylini yetine getirmek için harekete geçip fiili de işler. Hâlbuki bu temayül sade meyletmek de kalsa, kuvveden fiile intikal ettirilmezse hiçbir günah yoktur. Günah veya ceza kötü meyillerin işlenmesi olduğu gibi, iyi amellerin işlenmesi de cüzi ihtiyarinin işlenmesiyle sevap kazanmaya sebeb olabilir.
Şu izahlara göre o meyelan ve tasarruf bir emr-i nisbidir. Muhakkak bir vücud-u haricisi yoktur. Bir emr-i itibaridir. Emr-i itibari ise o fiili işlemeye ve tasarrufa bir illet-i tamme değildir. Muhakkak bir vücud-u haricisi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki; illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref'etsin, ortadan kaldırsın.
O emr-i itibarinin illeti bir rüchaniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî vücut bulabilir.
Yani, kul o iyilik ve kötülüğü işlemek veya işlemekte bir tercih kullanırsa o zaman irade-i cüziyeyi kullanmış olur. Mesela burada yol ikiye ayrılıyor. Kul isterse mescide giden yolu tercih ile namaza gider veya sol yolu tercih ile meyhaneye gider.
Bu tercihi kullanan kişiye herhangi bir baskı yapılmamıştır. Bir zaruret de yoktur. İmanın tesiri onun mescide nefsin baskısı da onu meyhaneye götürüyor.
Her iki tasarrufta da sorumluluk şahsa aittir. Çünkü iradesi o yolda kullanmıştır. Günah ve sevap bunu işleyen şahsa ait olacaktır vesselam.
Burada çok mühim bir mesele var; “Eğer kul Hâlık-ı ef'ali bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref' olurdu.”
Bu paragrafa dikkat edilirse ilk nazarla yanlış bir manaya sapılabilir. Diyor ki; kul kendi işini kendi yaparsa, yani filinin Hâlıkı olursa, cüz’i ihtiyari ortadan kalkar. Halbuki zahiri manaya bakılırsa, kul filinin Hâlıkı olsa ve icada iktifarı bulunsa o zaman ihtiyar elindedir.
Risale-i Nur’da da ihtiyarı elden gider denilmiş. Ve bu husun izahına da gayet müdakkik alimlere bırakmış. Bizler, ne alimiz, ne de müdakkikiz. Sadece bir nur talebesiyiz. Nurdan aldığımız bilgiye göre inşalalah bu sayfanın devamında bizim gibi acizlerin ve talebelerinde anlayacağı bir tarzda inşallah şerh ve izah etmeye tevessül edeceğiz. Teşebbüs bizden, takdir ve yardımın Allahu Zülcelal ve zülcemalden olmasını niyaz ederiz.
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Şerh Eden: Nazım Akkurt
Comments