top of page
  • Yazarın fotoğrafıNurani Müdafa

MUSTAFA SUNGUR AĞABEY'İN SÖZLER NEŞRİYAT RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NA TA'LİK ETTİĞİ YERLER

[Üstâd'ımız Bediüzzaman Hazretleri’nin mutlak vekili, vârisi, evlad-ı manevîsi olan Mustafa Sungur Ağabey'imiz; Hazret-i Üstâd'ımızın tavzifiyle Risale-i Nur eserlerini tashih ve tahşiye vazifesini hayatının çeşitli safahatında yapmıştır. Bu vazife noktasında Risale-i Nur’lara ta'lik ettiği bazı haşiyeleri ve Tarihçe-i Hayat eserine takdim yazısını Sözler Neşriyat Risale-i Nur Külliyatı'nı me'haz alarak sizlere takdim ediyoruz.]



«(*) Bu şekil, ilk asıl nüshadan aynen alınmıştır.

(M. Sungur, 1993)»

(İşârâtü'l-İ'câz, Sözler Neşriyat, s. 157)


«Kastamonu Lâhikasında bu arada yirmi sahife kadar mektûblar var. Eskimez yazı Kastamonu Lâhikasını Hazret-i Üstadımız tashih ederken, sahifelerin kenarını işâretleyerek yazmışlar ki: "Başka yerde neşredildiğinden burada neşredilmedi."  diye etrafını çizgi içine almış. Sonra baktık ki; Barla Lâhikasında  ve bir kısmı Sikke-i Tasdik-ı Gaybî Mecmuasında neşredilmiş. Talebe mektûbları olduğu için Üstadımız Barla Lâhikasına almış.

M. Sungur»

(Kastamonu Lâhikası, Sözler Neşriyat, s. 37)


«( Hâşiye) Talebesi Mustafa Sungur arzederim ki: Tarihçe-i Hayat da'vâsı Hazret-i Üstaddan sonra da devam etti. 1965 senesinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi nâşir Tahsin Tola ve Said Özdemir’e on sekiz ay ve hazırlayan diye Mustafa Sungur’a dokuz ay ceza verdi. Ve o gün mahkemeye gideceğimiz gün Ankara’ya kar yağmış. Ve Orta Anadolu’da şiddetli kar fırtınası oldu. Arabalar yollarda kaldı, ölenler oldu. İkinci bir Tarihçe-i Hayat mahkemesi Sözler Yayınevi neşriyâtı dolayısıyla oldu. Neticede berâet kararı verildi.»

(Tarihçe-i Hayat, Sözler Neşri̇yat, s. 640)


«(Haşiye) Müellif-i muhtereminin tashihinden geçen yazma bir nüshada (Ilgazlı İsmail Merhum'un defterinde) bu lem'a hakkında: "Mütebâki kalan ondörtten tâ yirmialtıya kadar olan ricâlar ma'lûm musîbet (Eskişehir Hapsi) yüzünden yazılmadı; onun mevsimi geçtiği için noksan kaldı" denilmektedir.»

(Lem'alar, Sözler Neşriyat, s. 233)


«Bundan sonraki kısım Hazret-i Üstadın Kastamonu ve Emirdağı hayatında iken yazılan ve el yazma nüshalarda derc edilen mektûblardır.

(*) Hz. Üstadımız, el yazma nüshalarda Kastamonu Lâhikası'nda bulunan bu mektûbları, Ankara'ya yeni yazı neşri için gönderdiği Küçük Ali'nin (R.H.) nüshasında, Ahmed Nazîf'in (R.H.) bu mektûblarının etrafını işâretleyerek "Başka yerde neşredildiğinden burada neşredilmesin." diye yazmıştır. Böylece Barla Lâhikası'nda neşri Hz. Üstad tarafından münâsib görülmüş ve el yazma Barla Lâhikası'nda aynen dercedilmişlerdir.

(M. Sungur)»

(Barla Lâhikası, Sözler Neşriyat, s. 320)


«Ey Nur kardeşlerim! Sevgili Üstadın o zamanda hitap ettiği Hizbü'l-Kur'ân muhatapları, bugün Nur Talebeleri olarak tezahür etti. Dikkat edin! Bu sayfalar bize hitap ediyor. Fen ve medeniyeti İslâm'a hâdim yapıp cihana İslâm medeniyetini ilan etmelisiniz. (M.S.)»

(Muhâkemat, Sözler Neşriyat, s. 39)


«TAKDİM


Elinizdeki Tarihçe-i Hayat, 1958'de hazırlanarak Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin nazarından geçmiş, "Şahsıma ait bahislerden ziyâde Hizmet-i Kur'âniyeye müteallik kısımlar neşredilmeli" diyen Üstad'ın tashih ettiği şekilde neşredilmiştir. Eserin içinde münderic "Âyetü'l-Kübrâ" ve "Münâcât" gibi risalelerin ilâvesini ise Bediüzzaman Hazretleri bizzat tensib etmiş ve Risale-i Nur Külliyatından ma'dûd bu eser için "Yirmi mecmua kadar ehemmiyeti var" diyerek tavsiyede bulunmuştur.


Bu itibarla, Tarihçe-i Hayat'ta muhterem müellifin son iki senelik hayatı ve dâr-ı bekàya irtihalleri bulunmamaktadır.


Bediüzzaman Hazretleri, 23 Mart 1960'ta, Ramazan'ın yirmibeşinci günü Urfa'da âlem-i fânîden âlem-i bâkîye irtihal etti. Cenaze namazı, kardeşi Abdülmecîd Efendi ile Türkiye'nin dört bucağından gelebilen talebeleri, dostları ve Urfa halkı tarafından edâ edildi. Üç ayı mütecâviz bir zaman sonra 27 Mayıs idaresi tarafından mezarı yıkılarak mübârek na'şı mechûl bir yere nakledildi.


Bediüzzaman Said Nursî'nin vefâtında, tereke hâkimi tarafından tesbit edilen saat, cübbe gibi 200-300 lira tutan eşyası, onun aleyhindeki ithamlara en güzel cevabı teşkil etmiştir. Ömrü boyunca mal mülk sâhibi olmamış bu büyük zâtın hayatı gibi memâtı dahi, onun yegâne gayesinin rızâ-yı İlâhîye erişmek ve bu vatan evlâdının îmânına hizmet etmekten ibaret olduğunu, bazı garazkârların itham ettikleri gibi dünyevî bir menfaat veya siyâsî bir gaye peşinde koşmadığını, ehl-i insafa isbât etmiştir.


Tarihçe-i Hayat'ın Sözler Yayınevi tarafından yeniden neşredilişi, Bediüzzaman Hazretlerinin vefâtının on altıncı senesine rastlamaktadır. Geçen zaman içinde şu hakikat alenî ve pek âşikâr göründü ki: Kur'ân-ı Hakîm'in, asrımızın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur Külliyatı, dâhil ve hariçte fevkalâde inkişaf ve hizmete medârdır. Bu sûretle Tarihçe-i Hayat'a dercedilen muhterem Üstad'ın yazı, mektûb ve müdafaalarındaki ifâde ve beyânlarının tahakkuk ve tezâhür etmiş olması, ehemmiyetle kayda değer bir hâdisedir. Çünkü bu hâdise, Bediüzzaman'ın Kur'ân hàdimi ve îmân-ı tahkîkî muallimi olarak yaşadığını göstermektedir. Yeni yetişen nesil, îmân ve Kur'ân dersinde işte böyle bir muallime muhtaçtır.


Bu ihtiyaç sebebiyledir ki bu millet, bu memleket, bu zaman ve zemin Risale-i Nur hakikatine karşı lâkayd kalmamıştır.


Kalamazdı da... Çünkü Bediüzzaman Hazretleri, asr-ı hâzırın ve gelecek nesillerin fıtrî ihtiyacını ve zamanımızın iktizasını, tâ bir asır önce keşfetmişti.

Reis-i Cumhûra ve Başvekile yazdığı son mektûblarından birisinde, vaktiyle şarkta kurulacak olan üniversite için görüşlerini şöyle açıklıyor ve bu üniversitenin lüzum ve ehemmiyetini dile getiriyordu:


"Felsefe fünûnu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti İslâmiyet hakàikıyla tam musâlaha etsin ve ehl-i mekteb ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin."


İşte Risale-i Nur hizmetinin ve da'vâsının özü ve rûhu budur.

Bediüzzaman Hazretleri böyle bir üniversiteyi, şimdi ciddi ve vahîm bir hâl alan bir tehlikeye karşı bir tedbir olarak da düşünmüş, bu tehlikeye yirminci asrın başından itibaren dikkat çekmiştir. Bu tehlike anarşi, komünizm ve menfî ırkçılık gibi tehlikelerdir. Bediüzzaman, Afrika'da Câmiü'l-Ezher olduğu gibi Asya'da da, hususan İslâm Âleminin merkezi durumunda olan şarkî Anadolu'da bir dâru'l-fünûn, bir İslâm üniversitesinin açılması ile, İslâm milletleri arasına sokulacak ırkçılık fitnesine karşı durabileceğini ve hakîki milliyet olan İslâmiyet milliyeti çerçevesinde kardeşçe yaşamanın mümkün olabileceğini belirtmiştir.

Nitekim ırkçılık bugün bir problem hâlini almıştır. Millî birliğimizi tahribe müteveccih hücumlarda, yıkıcı ve bölücü cereyanlarda menfî ırkçılık fikrine dâima bir tahrîk unsuru olarak başvurulması, Bediüzzaman Hazretlerinin ısrarla dikkatleri menfî ırkçılık tehlikesine çekmek isteyişindeki mânâyı ortaya koymaktadır.

Irkçılık mes'elesinde olduğu gibi, daha birçok siyâsî ve ictimâî mes'elelerde de Bediüzzaman Hazretlerinin koyduğu teşhîs ve gösterdiği çareler günümüzde canlılığını korumakta, hattâ zaman geçtikçe onun fikirlerinin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. (*)


Hazret-i Üstad'ın Hizmetinde Bulunan Talebeleri

(*) Bu Tarihçe-i Hayat'a Hazret-i Üstadın son hayatında "Reis-i Cumhûra ve Başvekile" diye yazdığı mektûbu ile vefâtından az önce talebelerine yazdığı son vasiyetnâmesini de ilâve edip neşrediyoruz.»

(Tarihçe-i Hayat, Sözler Neşriyat, Sözler Neşriyat, s. 5-6)


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa Heyeti

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page