top of page
  • Abdulkadir Çelebioğlu

ÜMMETİN KANAYAN YARASI: DOĞU TÜRKİSTAN

Bu makalemizde inşallah Doğu Türkistan’ı, oradaki zulmü, bize düşen görevleri ve yapmamız gerekenleri elimizden geldiğince anlatmaya çalışacağız. Öncelikle bu makaleyi yazma amacımız ile başlayalım:


Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de; “İçinizden emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker bir topluluk bulunsun. Ve işte kurtuluşa erenler ancak onlardır.” (Âl-i İmran Sûresi, 104. Âyet-i Kerîme Meâli) buyurduğu ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in de “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz. İşte bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslîm, Îmân, 78; Tirmizî, Fiten, 11) dediği minvalde, bizler de bu âyet-i kerîmedeki ve hadîs-i şerîfteki hakikatlere mazhar olmak için bu yazıyı kaleme almaya karar verdik. Bütün dünya Doğu Türkistan zulmüne sessiz kalırken “Zulme karşı sessiz kalan dilsiz şeytandır.” şuur ve bilinciyle hareket etmeliyiz. Ülkemizde ve bütün İslâm ülkelerinde bu konunun gündem olması gerekmektedir. Bizler de Merhum Abdurrahim Karakoç’un dediği gibi diyoruz ki;

“Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan,

Bana zindan olur Maraş, Elbistan.

İbn-i Sina, Dedem Korkut, Alparslan

Susarsam hakkını helal etmesin.” (Abdurrahim Karakoç, Yemin Şiiri’nden)


Evet, şimdi de o topraklara bir göz atalım. Ümmetin gözü önünde Kızıl Çin’in zulmü altında inim inim inleyen bir yurt… Müslüman Türk kimliğinin yok edilmeye çalışıldığı, tarihin büyük soykırımlarından birinin yapıldığı, insanlık dışı işkencelere başvurulduğu bir yer… Dünya bu zulme göz yumuyor ve ses çıkarmıyor. Ve o Doğu Türkistan ki; bizden başka dostu olmayan bir yer. Peki sizlere soruyorum:


– Biz onların kardeşi iken ve asıl sahiplenmesi gerekenler bizler iken neden sessiz kalıyoruz?..


Belki de en başta bu zulmü tam mânâsıyla bilmeyişimiz sebep olabilir. Peki o bahsettiğimiz Doğu Türkistanlılar kim? Onlar ki; Kızıl Çin’in eziyetlerine direnen mücahid ve mücahideler topluluğu. Zorla dinlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan şanlı mü’min ve mü’mineler. Ve Doğu Türkistan halkı o zulümler karşısında kan ağlıyor!..


Evet, ümmetin kanayan bir yarası. Orası Doğu Türkistan!..


Neşterlerle kesilmiş ve lime lime edilmiş haldeler. Ve ümmetin umudu olan bizleri bekliyorlar. Gök bayrağın sahibi olan o mücahitler, bizi bekliyorlar. Namus, ırz târûmâr edilmiş, pâyimâl olmuş. Tarihin en büyük asimilasyonlarından birisi yaşanıyor. Ve Ümmet-i Muhammed (asm) suskun. Sesi çıkmıyor… Neden peki?..


– Hani “Mü’minler ancak ve ancak kardeş” (Hucûrat Sûresi, 10. Âyet-i Kerîme Meâli) idi?.. Bu mudur kardeşlik?..


– Hani “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66) idi?..


– Hani Rahmet Peygamberi Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz, “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (hakikî mânâda) iman etmiş olamazsınız.” (Müslîm, Îmân, 93-94; Tirmizî, Et’ime, 45; İbni Mâce, Mukaddime, 9) buyuruyordu?..


– Hani?.. Çin’in yaptığı bu zulümlere karşı Nerede bu ümmet?..


– Hani “Zulme rıza zulüm” (Mektûbat, s. 407) idi?..


“Zâlimler için yaşasın cehennem!..” (Tarihçe-i Hayat, s. 60) şiârına sahip olan bizler, neden suskunuz?..


Fark ettiysek zulme uğrayanlar yine Müslümanlar. Ve zulmedenler de yine kâfirler. Ve o bir nidâ-i Kur’ânî gelir kulağımıza; “Zâlimlerin yaptıklarından Allah’ı habersiz sanma. Ancak, Allah onları korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim Sûresi, 42. Âyet-i Kerîme Meâli)


Çünkü unutmayalım ki, “[Allah’ın] rububiyetin[in] ebedî karargâhında elbette bir dâr-ı mükâfat ve mücazât olacaktır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s.40) Ve bu zulümler asla devam etmeyecektir. Muhakkak ki Allah “te’hir ve imhal etse bile ihmal etmez.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 40)


Şimdi de Kızıl Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı zulumlere bakalım:


Ve bu zulümler Mao döneminden beri devam edegelmiştir. Doğu Türkistan, resmi adıyla Sincan Uygur Özerk Bölgesi... Bölgedeki zulüm ile ilgili nüfus oranlarındaki yıllara göre değişim, Çin’in yaptığı sıkı politikanın bir neticesidir. Mesela 1949 senesinde Doğu Türkistan’ın %93’ü Müslüman Uygur Türk’ü, %7’si ise Çinli iken; 1960’dan sonra bölgeye Çinliler yerleştirilmeye başlanmıştır. Ve Kızıl Çin o dönemden günümüze kadar milyonlarca Müslüman Uygur Türk’ü kardeşimizi hunharca katletmiştir. Şimdi vereceğimiz bilgileri belki de ilk defa duyacaksınız.


Çin, Doğu Türkistan’a her bakımdan zulm etti ve hâlen de etmeye devam ediyor. Otuz dört bin tane İslâmî kitabı yakarak yok ettiler. Yirmi sekiz bin tane mescid, Çin hükûmeti tarafından kapatılarak diskoya çevrildi. Ve bakın devamında ne oluyor?.. On sekiz bin tane de medrese kapatılarak, şarap üretimhanesine çevriliyor. Toplamda yüz yirmi bin din alimi idam edilmiş durumda. Ve elli dört bin tane de din alimi, çalışma kamplarında zorla çalıştırılmakta. Evet bu ifadeler tüyler ürpertici ve kan dondurucu!..


Belki de bunlardan bir çoğumuzun haberi bile yoktu. Ve yapılan zulümler bunlar ile bitmiyor.


Çin hükûmeti tesettürü kötüleyen tiyatrolar düzenleyerek insanları İslam’dan soğutmaya çalışıyor. Ve en çarpıcı ve üzücü durumlara gelecek olursak o da “Kardeş Aile Projesi” adı altında her Müslüman Uygur Türk Ailesine bir Çinli erkek yerleştirilmesi durumudur ki; akıl almaz bir durumdur. Hatta ve hatta bizzat görgü tanıklarının anlattıklarına göre, Çinli bir erkek istediği Müslüman hanım ile evlenebiliyor ve evlenmeyi reddeden hanımlar hapislere gönderiliyor. Orada işkencelere tabi tutuluyorlar. Ve mâlesef ki Müslüman bacılarımız tecavüzlere uğruyorlar. Ve yapılan işkencelere dayanamayan ve intihar etmek isteyenlere ise izin verilmiyor. Bu şekilde insanlık dışı işkencelere şahit olunuyor Doğu Türkistan’da…


Ve başka bir zulüm ise din ve vicdan özgürlüğünün engellenmesi. Mesela kadınların hicap giymesi yasaklanmış vaziyette. Hicap (yani örtü) giyen kadına beş bin altı yüz dolar ceza veriliyor. Düşünebiliyor musunuz Kur’ân öğretmenin cezası on yıl hapis. Yani Müslümanların kendi kitaplarını dahi yasaklanmış durumda. Tarihte belki de en şiddetli zulüm ve işkencelerin yaşandığı mazlum bir memleket. (İlave bilgi için bk. – https://onedio.com/haber/dogu-turkistan-da-yasanan-katliama-dur-de–536527 – https://www.yenisafak.com/dunya/cinden-dogu-turkistanlilara-yeni-zulum-3413232)


Bunları daha önce duymamış olabiliriz. Ama artık duyduk ve biliyoruz. Ve biz Müslüman bireyler olarak sorumluyuz. Bu saydığımız zulümler karşısında uykular kaçmıyor, yüreğimiz sızlamıyor, boğamız düğüm düğüm olmuyor ise; “Ey iman edenler! İmân ediniz!” (Nisâ Sûresi, 136) meâlindeki âyeti bir kez daha derhâtır etmeliyiz.


Evet, Doğu Türkistan’da bu kadar zulüm oluyor ve biz bu zulme göz yumamaz, sessiz kalamayız. Ve tarafımızı belli etmeliyiz. Merhum Cemil Meriç’in sözü olarak ifade edildiği gibi; “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur.” İnşallah şu anda şu satırları okuyarak en azından bir nebze de olsa zulümden haberdar olmuş oldunuz. Bizler Müslüman bir şahsiyete sahip isek Resûl-i Kibriya Efendimiz (asm)’in de bahsettiği vücûda benzemeliyiz. Nasıl ki vücûdun bir yerinde rahatsızlık olunca bütün vücûd o bölge ile ilgileniyor ise; aynen onun gibi Âlem-i İslâm vücûdunda bir uzuvda (yani bir İslâm beldesinde) zulüm var ise, biz de bütün ümmet olarak orası ile ilgilenmeliyiz. Ve hadîsin devamında da şöyle denilir; “Vücûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeble uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslîm, Birr, 66) Biz de bu şekil “bir vücûdun azaları” veya “bir duvarın tuğlaları” bilincine sahip olmalıyız. Zulme karşı tavrımız ve dik duruşumuz olmalıdır.


Merhum İstiklâl Şâiri Mehmed Âkif Ersoy’un dediği gibi;

“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem,

Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem…” (Mehmed Âkif Ersoy, Safahat’ından)


Evet, unutmamak gerekir ki; “Cihâdın en efdâli (faziletlisi), zâlim sultanın yanında hak sözü söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten, 13; bk. Nesâî, Bey’at, 37) Ve unutmamak gerektir ki, cihad yalnızca kılıçile yapılmaz. Kalem ile ilim ile bilim ile fen ve teknoloji silahıyla da cihad olur. Büyük İslâm Âlimi ve Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin de dediği gibi;

“Bizim düşmanımız cehâlet, zâruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifaksilahıyla cihâd edeceğiz.” (Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 15)


Biz İslâm Ümmeti olarak bu üç düşmana karşı, gereken silahlar ile cihad etmemiz gerekmektedir. Ve Bediüzzaman Hazretlerinin bir asır önce söylediği o meşhur sözünü günümüz zalemelerine haykırıyor ve diyoruz ki; “Zâlimler için yaşasın cehennem!..” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 60; Divan-ı Harb-i Örfî, s. 11; Nur Çeşmesi, s. 210)


Bizler Müslümanlar olarak “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diyemeyiz! Müslüman, Âlem-i İslâm’da meydana gelen olaylara ilgisiz kalamaz. Bu konu hakkında Hz. Ebû Bekir (ra)’in şu ikazı, son derece anlamlıdır:

"Ey insanlar! Sizler, ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, siz hidayette olduktan sonra, başkasının dalâleti size zarar vermez.’ (Mâide Sûresi, 105. Âyet-i Kerîme Meâli) âyetini yanlış anlıyorsunuz. Biz Resûlullah’ın (asm) şöyle dediğini duyduk: ‘İnsanlar kötülüğü görüp de onu değiştirmeye çalışmazlarsa, Allah’ın onlara umumî bir bela vermesi yakındır." (İbn Mâce, Fiten, 20; Ebû Dâvûd, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten, 8)


Bu hadîs-i şerîf uyarısınca da bizler bu yapılan zulme asla sessiz kalamayız. Ve bizler “'Mazlumun âhı tâ arşa kadar gider' diye bir kuvvetli hakikat”e (Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası – 1, s. 12) gönülden bağlı kimseleriz. Ve bir Doğu Türkistanlı kardeşimizin şu feryadı kulağımızda çınlamalıdır; “Ya tutun elimizden ya da ‘Gardaş’ demeyin bize!..” O kardeşlerimiz “cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 158) ve “Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehâdetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evladı” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 153) olan bizleri bekliyorlar. Evet, ümmetin umut ışığı olan bizleri bekliyorlar.


– Peki şimdi yapmamız gereken nedir?


İlk olarak yapmamız gereken, öncelikle yeisi yani ümitsizliği bırakmaktır. Bu konuyu anlayıp, daha sonra diğer yapacaklarımıza geçebiliriz. “Yeis en dehşetli hastalıktır ki, Âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 43) der ve ümitsizliğin zararlarını anlattıktan sonra şu şekilde devam eder Bediüzzaman;

“Madem bu derece bu hastalıkbize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısâsımızı alıpöldüreceğiz. ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesimeyiniz!’ (Zümer, 39/53) (âyetinin) kılıncı ile o yeisinbaşını parçalayacağız. ‘Bir şey bütünüyle elde edilmezse, bütünüyle de terk edilmez.’ hadîsinin hakikatıyla belini kıracağız inşâallah.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 44)


Bediüzzaman Hz. şu müthiş tespitte bulunur:

“Yeis; ümmetlerin, milletlerin ‘seretan’ denilen en dehşetli hastalığıdır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 44)


Bu tespitlerden sonra şu müjdeli haber ile sonuca bağlar Bediüzzaman Hazretleri;

“İnşâallah yine Arablar ye’sibırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, s. 45)


Bu müjdeli haber ile ümitsizliğe düşmememiz gerektiği her zaman aklımızda olmalıdır.


İkinci olarak yapmamız gereken en önemli şey ise, “dua”dır. Çünkü “Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 247) Biz bunu hakkıyla yerine getirmeye çalışacağız. Ama burada bir noktaya dikkat etmemiz gerekmektedir. Dua “iki nevidir. Biri fiilî, biri kavlî. Meselâ, çift sürmek, fiilî bir duadır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 300)


Buradan da anlaşılacağı üzere bizim ikinci olarak yapmamız gereken şey “kavlî dua” ile beraber “fiilî dua”yı yapmak olacaktır. Biz lisanımız ile “Allah’ım Çin’i kahreyle!” veya “Ya Rabbi, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize yardım eyle!” derken aynı zamanda fiillerimiz ile de kurtulması için çaba sarf etmeliyiz. En başta Doğu Türkistan için yardım kampanyaları düzenlenmeli, gıda-erzak, ilaç ve benzeri yardımlar için sivil toplum kuruluşları çaba sarf etmeli ve bunlara destek verilmelidir. Bunun yanında devlet ricalinin de gereken adımları atması gerekmektedir.


Üçüncü olarak “Doğu Türkistan” meselesini daima gündemde tutmalıyız. Oradaki zulmü anlatmalı ve unutturmamalıyız. Burada akla Doğu Türkistan Milli Meclisi Başkanı Seyit Tümtürk’ün şu sözleri geliyor: “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız; düşmanımız Çin’in yaptığı işkenceler değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” Onun için bu yapılan soykırımı asla unutmamalıyız. Aliya İzzetbegoviç’in de dediği gibi: “Soykırımları unutmayın. Çünkü unutulan soykırımlar tekrarlanır.”


Dördüncü yapmamız gereken ise, daima ümitvâr olmaktır. Asla ümidimizi kesmemektir.


Bir de Doğu Türkistan noktasında nasıl hassas davranacağımıza değinelim.


Selahaddin-i Eyyubî’nin, “Kudüs işgal altındayken gülemem!..” dediği gibi biz de Âlem-i İslâm’daki İslâm beldelerini her zaman hatırımızda tutmalıyız. İşgal altındaki Doğu Türkistan, Filistin, Arakan, Yemen ve diğer İslâm beldelerinin kurtuluşa ereceği ümidiyle yaşamalıyız. Ve biz vazifemize bakmalıyız. Buna misal olarak şunu verebiliriz;

“Meşhurdur ki bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlup eden Celâleddin-i Harzemşah, harbe giderken vüzerası ve etbaı ona demişler: ‘Sen muzaffer olacaksın, Cenâb-ı Hak seni galip edecek.’ O demiş: ‘Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlup etmek O’nun vazifesidir.’ İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla hârika bir sûrette çok defa muzaffer olmuştur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 131)


Aynen biz de bu misaldeki gibi, saydığımız dört temel vazifeyi yapmalı ve daha sonra gerisini Allah’a bırakmalıyız.


Ve bir hakikati daha beyan etmek istiyorum. Orada şehid olan kardeşlerimiz için de öncelikle Allah şehadetlerini makbul eylesin. “Allah imhal eder ama ihmal etmez.” hakikatini ve “Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır. Ve Allah Teâlâ Hazretleri: ‘İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da duanı mutlaka kabul edeceğim!’ buyurur.” (Tirmizî, Cennet, 2) hadîsini asla unutmamalıyız. Çünkü “zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, te’hir ediliyor. Yoksa bakılmıyor değil.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 65) Onların yani o kâfirlerin Müslümanlar üzerinde tuzakları vardır.


“Allah da (onların tuzaklarına karşılık olarak) bir tuzak kuruyor. Şüphesiz ki Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal Sûresi, 30. Âyet-i Kerîme Meâli)


Hazret-i Ali’ye (ra) atfedilen şu sözü hatırlatmak isterim: “Zulme engel olamıyorsanız, en azından onu herkese duyurun.” Biz de Allah rızası için bu çalışmayı yaptık ve inşâallah bir bilinç ve şuurun oluşmasına vesile oluruz.


Son olarak sözlerimi ümit verici ve geleceğe karşı umut dolu olmamızı sağlayacak şu sözler ile bitirmek istiyorum:

“Evet, ümitvâr olunuz; şu istikbâl inkılabı içindeki en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!..” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 133)


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa

Yazar: Abdulkadir Çelebioğlu


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page